Etiket arşivi: Milano

Gezi Günlüğü 1

Normal blog akışına aykırı olarak farklı bir yazı ile karşınızdayım bu sefer. Avrupa gezimden başıma gelenlerden ve ilginç şeylerden bahsetmek istedim. Gezime Glasgow’dan Milano’ya kalkacak uçağıma binmek için Aberdeen’den Glasgowa tran yolculuğu yaparak başladm. Daha sonra Milan’a beni götürecek olan uçağa bindim. Milano’dan sonra rotam Amsterdam’dı. Gezi günlüğümün bu kısmında amsterdam’a kadar olan kısımdan bahsediyorum. İkinci yaımda da Paris Londra ve Aberdeen’e geri dönüşüm yer alacak.

Glasgow’dan Milano’ya uçuş, Aralık 2009

Geziye çıkış yeri: Aberdeen
İlk hedef: Glasgow Havalimanı
Gezginler: 2 Türk 1 Finlandiyalı

Gezmize Aberdeen Tren istasyonunda başladık. Glasgowa giden trene bindik 3,5 saatlik bir yolculuktan sonra Glasgow şehir merkezine ulaştık. Sonraki adımda bizi havalimanına götürecek olan otobüse binmek kalmıştı. Otobüsümüzü bulduk 500 numaraya bindik. Öğrenci indirimini de alınca (beklemiyorduk şaşırdık) 4 pounda havalimanına ulaştık. Uçuşa 1 saat 20 dakika civarına vakit vardı rahattık. Elimde bir salatalık havalimanında panolara bakıyordum uçuşumuzu görebilmek için. Uçuşu göremeyince dedim ki, arkadaşlar Glasgow küçük müçük ama tek havaalanı mı var burada? Bu soru ile tetiklenen merakımızı dindirmek amacıyla etrafa sorduk ve acı haber öğrendik.
Bulunduğumuz yer: Glasgow international airport
Uçuşumuz: Glasgow Pretswick Airport.

Bundan sonrasını nokta nokta geçmek istiyorum:
1. Bir görevliden öteki hava alanına ulaşmanın ne kadar süreceğine ilişkin bilgi almak
2. Taksi çağırmak
3. Taksiyle buluşamamak
4. Taksi ana duraktan nerdesiniz diye geri aranmak ve taksi hakkında bilgi edinmek
5. Taksi volkswagen
6. Taksiyi görmek ve atlamak
7. Adamın Glasgow’da çok olası olan İskoç aksanını anlamaya çalışmak
8. Her cümleden sonra sorry? What? Diye tekrarlatmak
9. Adamın bize 3 farklı CD dinletmesi (Bob Marley, Techno vs)
10. Acelemiz olduğunu öğrenince bir İskoçtan beklenmeyecek şekilde manyak (Türk gibi) araba kullanması.


11. Bir İskoç’yun makas yaptığını görmek
12. Arkadaşlarımın gerginliğine rağmen benim rahat olm durumum ve adamla muhabbetin dibine vurmam
13. Adamın bize kartını vermesi: Greg Tetley, Proprietor, Tel: 07748 643000

Greg sayesinde havaalanına yetiştik. Ryan air uçuşumuz için hiçbir engel kalmadı. Tabiki hop hop zıp zıp geçen gerek kapıya gerek ortada oturan insana yapışarak G kuvveti denemelerine maruz kaldığımızz araba yolculuğundan sonra arkadaşımın mide bulantısı durumu söz konusuydu..
Gate açıldı, girdik… Sadece el bagajlarımız olduğu için şanslıydık check-in ‘imizi çoktan yapmıştık internet üzerinden. Uçuşa 15 dk kala geldik
El bagajı: 55x 35x 20 10 kg max.

Gate’te bavulları tartmaya başladılar. Emindim ki 10 kiloyu geçecek benimki. Tartıya koydum, 11.41 kg geldi. Görevli dedi ki. Olmaz.. Yine şapşal bir rahatlıkla ben bunu kenarda açıvereyim bi dedim hemen geliyorum. Arkadaşlar geçtiler ne olduğu konusuna haberleri yok. Aklıma bir anda şu geldi. Ne yaparsam yapayım o anda 1,5 kiloyu çıkartmam. Bavulda bilgisarım vardı.. ve kış yolculuğu olduğu için de kalın kaz tüyünden montum üstümde.. bilgisayar Mac Book Air, 1,38 kilo geliyor olması lazımdı. Etrafı kolaçan ettim onların kör noktasına geçtim. Bilgisayarı çıakrttım bavuldan, kolumun altına sıkıştırdım paltonun içine.. Bavul tek elimde gittim, koydum tartıya. 10.04 kg… Kadına baktım oldu bence dedim. O da oldu oldu sorun değil dedi, mutlu mutlu bakışlarla biletçiye uzatıp biletimi, Thank youu dedim.. ve Geçtim. İçimde Türk’ün pratik zekasına sahip olduğum için bir çoşku bir gurur vardı. Yıldıramazsınız kardeşim gezeceğim.. Bu iş olacak..
Uçağa bindik. Havalandık ve sonunda konduk Milano’ya..
Milano’da Hayat,  Aralık 2009
5 yıldır dolaba turşu niyetine kaldırdığım İtalyancamı geri çıkarma vakt gelmişti. Havaalanındaki anaoslarla başladım. Sonra insanlara bu meydan ne tarafta kalıyor, bu sokağa nasıl gidebilirz diye diye unuttuklarımı hatırlamaya başladım.
Via Porpora, Milano… Otele yerleşip aç mideleri doyurmaya gittikten sonra haritalar elde başladık gezmeye. Akşamı ettiğimizden biz de Naviglio olarak bilinen nehir kenarındaki gece mekanlarına uğradık. Haftasonu daha dolu oluyormuş oralar. Biz de birer sıcakşarap içtik ve otelmize geri döndük. Biz vardığımızda çarşambaydı ve Cumartesi günü uçağımız Amsterdam’a gidecekti. Pek bir şansımız yoktu Cuma günü geliriz dedik bıraktık. Yorgunduk, ertesi güne enerji topladık. Sabah kahvaltıda iki kişi Fince konuşuyordu, Marianna (Finlandiya’lı arkadaşım) öyle iddia etti yani. Akşam dışarı çıkarken beraber çıkabilirdik güzeldi, arkadaş bulduk sayılırdı. Günün kalanında D’uomo meydanını gördük, Leonardo Da Vinci’nin eseri olan ‘Son Akşam Yemeği’ni görmeye gittik. Ayrıca Santa Maria delle Grazie’nin içinde Da Vinci’ye ait 22 adet çizimini inceledik. İtalyanca konuşmanın yararını orada gördüm denilebilir. Öncelikle Turizm öğrencilerine orayı gezmek ücretsizmiş. Yine bir Türklük yapıp Marianna da turizm miş gibi hepimiz aynı dedim İçeri bedava girdik. Benim akıcı İtalyanca konuşmam sayesinde memleketine olan yakınlığımı karşılıksız bırakmak istemeyen görevli amca, Eserler hakkında mekanik rehber diye türkçeye çevrmek istediğim AudioGuide’ı sevabına bize verdi. 22 parça için 1,5 saat harcadık ama en çok orayı sevdim.
Daha sonra Palazzo Reale, Montenapoleana, Le Scale derken akşamı ettik.
Turistik gezi sonlanınca marketten şaraplarımızı aldık . Dönüşte yol üzerindeki bir Çinli kuaföre gidip saç kestirme gafletinde bulundum. Findanliyalı arkadaşım da sapsarı saçlara sahip olmasına rağmen yaş ilerledikçe saçı koyulaşıyormuş. Diplerini boyatması gerekiyordu. Biz gide gide bir Çinli’ye gittik. Ömrünün büyük bir kesiminde ne dalgalı saç görmüş ki kesebilsin ne sarı saç görmüş ki boyayabilsin gibi bir durum söz konusuydu.. Neyseki saç köklerimiz hala bizde

Çin usulü saç yıkama + kesim + fön: 10 Eur
Çinli kuaför deneyimi: Paha biçilemez

Dip not: Aberdeen’de ve Milano’dan fön çekerken maşa kullanıyorlar. Fön aleti ve elde fırça ile saç çekiştirme yapan görmedim..
Saçlardan sonra otelimize dönüp demlenmeye başladık. Akşam dışarı çıkmak için birkaç yer sordum resepsiyoniste. Tabi arada uyruğumu merak edip Latin misin diye sordu, İspanyol tipim var galiba . Kendisi ispanyolmuş. İki üç kelime ispanyolca konuştuk. Sıkılmış sürekli resepsiyonda bekle bekle, hoşuna gitti garibimin.. Neyse.. Mekan olarak yakınlarda bir biracı varmış orayı söyledi. Giderken adres kağıdını almayı unuttuğum için yolda tekrar sormak zorunda kaldım. Bardakiler italyanca bilmediğimi sanıp biz 3 kişiyiz onlar da 3 kişi falan dediler. Ben de italyanca cevabını verince biraz şaşırdılar. Seviyorum bu duvara çarpmış gibi şaşkın bakan insan suratını. Adamın teki ben oraya doğru gidiyorum yürüyelim beraber dedi. Yolda nereli olduğumuz konuşuldu. Tahmin etmesini isteyince Amerika diye bir tahminde bulundu ingilizcem için hoş bir iltifat oldu bu.
Türk olduğumu öğrenince bir şaşırma bir şaşırma.. Sayın Turizm bakanım. Türkiye’yi tanıtmak için ciddi çabalar içerisindeyim aktif olarak çalışıyorum. Beni de görün lütfen :P Hep siz hep siz olmaz.. Devletimin değerli kaynaklarından istiyorum ki tanıtımı iyi yapayım. Biracıya girdik daha ilk dakikada 2 kişi muhabbete başladı Benim konuştuğum kişi Angelo’ydu. Koşudan geldiği belliydi çünkü kırmızı polar üst altında da yapışık biikletçi taytı ve koşu ayakkabıları vardı İlginç tabi barda öyle kıyafet.. Ben bir turistin yapacağı gibi hem italyanca konuşarak kendimi zorladım ve biraz ilerleme kaydettim. Aynı zamanda da haritayı açıp nereleri gezebiliriz diye detaylı bilgi aldım, kalemle her tarafa işaret koyduk haritada. Bu arada kendisi 38 yaşındaymış ve mimarlık okuyormuş. Sayesinde güzel yerler göreceğimi biliyordum. Bar çıkışında kalabalık bir grupla daha tanıştık fakat elemeler sonucunda 2 kişi ile kapattık. Davide Corbellini ve Andrea Maso.


Politecnico di Milano’da öğrenciler. Ertesi akşam Naviglio’da biryerlere gidip laflamak için sözleştik, aslında amacımız bedava şehir rehberi bulmaktı fakat çalıştıkları için ancak akşam 10’dan sonra müsaitlerdi. Biz de o saatte bar gezisini ajandamıza kaydettik. Güzel keyifli bir geceden sonra facebook’a eklenecek 2 isim ajandaya not edildi. Dönüşte de Finlandiya’lılar ile tanıştık. 2 isim daha ajandaya eklendi. Ayrıca resepsiyonistimiz de o listeye girmeye çalıştı. Türkiye ve Türk kızları konusunda etkilenmiş gözüküyordu.
Güzel bir uykudan sonra ertesi gün artık Amsterdama uçuş için Milan Malpensa havaalanına (bu kez doğru hava alanı) ulaştık.

Milan Malpensa Havaalanı ve Novotel, Aralık 2009

Aynı anda da Avrupa’da bu günlerde sorun yaratan bir kar yağışı hakimdi. Uçuşumuz hava muhalefeti yüzünden iptal olmuştu. Asıl sorun hava tafiğiydi hava durumu yüzünden uçuşlar gecikiyor hepsi bir sonraki uçuşun vaktini yiyordu bu sebeple sabahki uçuşlar hariç hepsi iptal oluyorudu. Avrupa birliğindeki uygulamaya göre eüer uçuş iptal edilirse, şirket yolcuya yeni bir uçuş ayarlamak zorunda, ve bu sırada gereken konaklama ve temel ihtiyaç gibi diğer konularda da mali külfeti üstlenmek zorunda. Biz yeni uçuş ayarlanması için bankonun önünde sıraya girdik. Yaklaşık 1 saat beklediğimiz süre boyunca arkamızda Hollandalı bir grup vardı. Kaynaşmamız çok vakit almadı. 18 kişi olan grup bizimle birlikte artık 21 kişilik bir kocaman grup haline geldi.
Ertelenen uçuş olması durumunda insanın başına gelecekler:
Ertelenen Uçuş: 19 Aralık 2009, 17:35 Milan – Amsterdam
Telafisi niyetine ayarlanan uçuş: 20 Aralık 2009, 18:00 Milan – Amsterdam
Transfer: 8 kişilik, ring yapan bir tek shuttle
Otel: Milan Novotel (airport)

Uçuşlar ertelendikçe shuttle için sırada bekleyenlerin sayısı artıyordu. Çocuklu aileler ve yaşlılara öncelik veriliyordu. Özetle bekleyenlerin sayısı artıyordu. Bizim bir shuttle’a binmemiz imkansız hale geliyordu. Durum böyle olunca Easyjet yetkililerine durumu analttım ve büyük bir otobüs yollamalarını rica ettim (İtlayanca ve biraz sinirlice). Birer bira alıp grupça içeri geçtik ve sohbete başladık. Yarım saat içinde galiba büyük bir otobüs yolladılar ve 21 kişi olarak içine sığdık hatta şöföre asistanlık yapıp boş koltuk sayısını bildirdim. Easyjetten emeğimin karşılığını hak bilirim. Oteldeki odada King Size tam yatak görünce tabi tüh niye ertelendi’den iyi ki ertelenmiş fikrine bir kayma yaşadım denebilir. Fakat yemekler hep makarna ve tavuktu. Otelde 2. Sınıf insan muamelesi görüyor oluyorsunuz ne de olsa anlaşmalı şirket oldukları için kabul etmek zorunda olduğu müşterileriyiz easyjetin. Yemek için bir kuyruk oluşturup tabak elde nazi kampı usulü ilerliyoruz diye şikayete başlarken içeceklerin olduğu masaya görevli kişi 20 kadar şarap şişesi çıkarttı. Yüzsüz bir şekilde 8 adet şişe alıp bu akşamı tamamen bir eğlenceye çevirdik. Yemek yendi bitti. Etrafımızdaki masalara insanlar geldi insanlar gitti. Sonra tabak çanak şıkırtılarından anladım. Sabah kahvaltısı için salonu toparlamaları gerekiyormuş. Saat 12’yi geçmiş. Bu sırada biz mi ne yapıyordum? Hollandalılara milli marşlarını söylettikten sonra Finlandiya marşı söylendi ve gururla İstiklal marşımızı okuduk. Grubumuza İtalyan olmadığından İtalyan milli marşını söyleyen olmadı. Fakat sadece başını biliyordum Ayağa kalktım, etrafı toplayan elemana dedim ki italyan marşını da sen söylesene… Çekinmesin diye de başlangıcını melodisi ile söyledim (maçlarşlıyordan duyduğum kadarıyla Italia Italia.. diye başlıyor). Ben durunca eleman 1-2 satır kdar daha devam etti.

Kültürlerin kaynaşması dahilinde de kağıttan yapılmış amerikan servislerin arkasına Türkiye haritasını çizerek İstanbulu göstermek. İzmiri, Anlatya’yı göstermek ve genel bilgiler vermek vardı. Gecenin devamında 6 şişe daha şarap alınarak bar’da sohbet ettik. Bir plan bozulurken yeni bir planla yeni şeyler yaşadığımız gezimizin bir günü daha bitti böylece.
O gece uyunan uyku: 4 sat
Sosyal ağlardan eklenecek kişi sayısı: 12+
Arkadaş edinmenin paylaşmanın ve gülmenin değeri: Paha biçilemez

Artık uçuş için hazırlanmış check-out’umuzu yapmış otelin lobisindeki nintendo wii ile tenis, motorsiklet yarışı gibi oyunlar oynadıktan sonra yine havaalanının yolunu tuttuk. Bagaj bırakmak için sırada beklerken bir anaos daha: Milan- Amsterdam uçuşu iptal. 2. İptal gerçekleşmişti. Herkes birbirine bakıp yeni yıla kadar buradayız herhalde diye şakalar yapmaya başladı. Yeni bilet alındı, ertesi gün sabah saat 7:15. Artık prosedürü biliyorduk. Otel transferi için bekleyeceğimiz otobüsün gelmesi ve sonra sıranın bize gelmesi 2 saat alacaktı. Cafe & Bar karışımı bir yere gittik ve biraları söyledik. Bir grup iskambille blöf oynadı. Hollandada da varmış aynı oyun Bu sırafa Milano’yu gezemeyen profösör ve diğer öğrencilere Milano’da çektiğim resimleri gösterip aklımda kaldığı kadarıyla yüzeysel bir bilgi verdim. Daha sonra projelerinden üniversitelerinden ve fizik ve dinamin konularında yoğunlaşan profösörün deneyi ile ilgili detayları dinledik. Vakit çabucak geçivermiş fark etmemişiz. Otele döndük, yorgunduk. Hava muhalefeti bir yandan devam ediyordu. Fakat bu sefer uçağımız sabahtı ve o saatlten daha önce gerçekleşen uçuşların rötarı yüzünden ertelenme ihtimali düşüktü. Bileti alırken bu sefer olacak dedim içimden.

Otele vardıktan sonra yine akşam yemeği, bu sefer şarap azdı. Servis kötü olunca tadı çıkmıyor bedava hayatın. Gece vakti, sabahki uçuşumuzun kimi kaynaklarda rötar yapacağı haberi gelince artık 3. Bir geceyi daha kaldıramayacağımızdan endişelenmeye başladık. Gece 2’ye kadar bu bilginin doğruluğunu araştırdık ve check-in’lerimizi yaptık. 2 saatlik uyku uyuyup yine havaalanına ulaştık.
Bu sefer gate’imiz bile belliydi. D11. Sıraya geçtik… Ve bir anaos ile ufak bir endişe yaşadık. 45 dakikalık rötar vardı. Fakat sonunda bizi uçağa aldılar. Bu sefer başardık oldu diye seviniyordum. Uçakta zafer işaretleri ile resimler çektiriyorduk. Pepyn isimli arkadaşım henüz değil hala Milan’dayız dedi. Ve bir anaos daha: kalkış iznimiz henüz yok, Amsterdam’da pist buzlanması yüzünden beklemek zorundayız. Totalde 1 saat bekledik. 8’de bindiğimiz uçakta satler 9’u gösterirken bir anaos daha, uçuş izni geldi, 20 dakika içinde kalkmış olacağız. İniş öncesi de havada biraz tur attığımız için normalden yarım saat daha uzun bir uçuş sonrası Amsterdam Schiphol havalimanına vardık.

Amsterdam


Havalimanından şehre trenle ulaştıktan sonra hostelimize geçtik. Eşyaları bırakıp koşa koşa 1 günde devrialem modunda 1 günde Amsterdamı gezmeye çalıştık. 1 kültürel gezi: Anna Frank’ın evi, 1 yöresel tadlar denemesi: sosu farklı bir patates kızartması, külahta veriyorlar take-away şeklinde alıyorsun yürüye yürüye sokakta mı yersin nerde yersen yiyorsun. TÜm soslardan lage boy patates 3.5 euro. Gayet ucuz. Dam Square’de hızlı bir tur, şehir sokaklarında resimler, Red Light District’te bir tur sonrasında olmazla olmaz bir Cofee Shop denemesi yaptık. Space Cake, çok yorgunsanız yarım yiyin. Alkolle veya otla karıştırmayın. Tok karna deneyin. Madem deneyeceksiniz bulldog isimli mekanda deneyin. 1 kek bir kişiye yeter hatta benim gibi çok yorgunsanız gayet de gülme krizine girebilirsiniz.
Kar yağmış sokaklarla Amsterdam’ı görmek güzeldi. Kanallar, kanalların içinde yüzen kuğular, ışıklar, heryerde bisikletler, trafik kurallarının önemli olduğu sokaklar. Güzel ve küçük bir şehir. Yaşanası şehirlerden birisi bence.
Gece hostelimize dönüp öcekilere nazaran daha uzun bir uyku çektim ve sabah otobüse binmek üzere tekrar bavullar toplandı, gizli bölmelere acil durum için paralar kartlar saklandı, eldivenler bereler takıldı. Ve marş marş otobüse binildi. Yol boyunca iki kişilik koltuğu enlemesine kaplayarak uyudum. Son iki saatte de gezi notlarımı bilgisayara geçirdim. Yol üstünde Belçika’dan geçtiğimiz için Belçika’ya dair de bir fikrim var artık diyebilirm. Şimdiki durak: Paris, yeni bir episod, yeni maceralar…

En çok hangi şehri beğendin derseni Amsterdam karlar altında çok güzel duruyordu. Space kekiyle bisikletleriyle çok tatlı bir şehirdi..