Erasmus yolunda ilk eylemler izlenimler…


Blogumu takip ettiğine inandığım küçük topluluğa sesleniyorum.

18 Eylül 16:10 sattiyle Easyjet havayollarına ait uçakla Sabiha Gökçen’den yola çıktık ve 4 saat süren bir uçuştan sonra vardığım yerin yerel saatiyle 18:10’da Londra Luton havalimanına indim.

Şimdi biraz Easyjeti çekiştireyim. Resmen şehirler arası bir otobüs firmasıya seyahat eder gibisiniz. Koluk numarası yok birşey yok. Herkes sıraya giriyor. Önce check-in sonra boarding ve uçak için sıraya diziliyorsunuz. Kadının birisi: Two rows are too for me I am only one person here diyor ama aldırmayıp iki sıra halinde devam edip bileti burnuna sokuyorsunuz. Ayrıca girişte el bagajınız didiklenmiyor, laptop varsa bile açtırılmıyor. İşte Türkiye’deki vaziyet bu. Bavulunuz kabin bagajı olmaya uygun mu değil mi test etmenize yarayan birer de prototif koymuşlar. Ucuz havayolu tabii nerden kazanacak başka? Ayrıca o turuncu borulardan oluşan ve kabinin bir canlandırması olan boşluk uçak kabininden daha küçük. Yani ticarethane kokuyor buram buram.
Neyse sarsmadan etmeden indirdiler bizi Londra Lutıon’a…
Elde bavullar gidiyoruz. Yabancı bir ülkeye gelmiş olmanın merakı ve hangi yöne gidileceğinin kestirilmesi için etrafa bakınıyoruz…

Bir sonraki uçağımız 19 Eylül 12:05’te Aberdeen’e olacak ve yine Easyjet ile uçacaktık. İnişimiz ve sonraki uçuşumuz arasında 18 saat vardı. En iyisi akşam yemeğini yiyip sabaha kadar pinekleyecek bir yer bulmaktı. Burger King’de 6.69£ değerindeki whooper menümüzü aldık. Ketçap aradım çok ama bulamadım. Tuzlar soslar birçokşey starbucks’taki gibi ayrı bir köşe yapılmış oradaki dolaptan temin ediliyor. Tartar sos barbekü sos hardal mayonez ve benim anlamadığım birkaç şey daha vardı. İçecek olarak Fanta söylemiştim fakat o Fanta Fanta değil suya karıştırılan portakal aromalı içecek ve gazı kamış gazlı içecek tadında iğrenç birşeydi. Rengi de flaş sarıydı. Ve birçok Avrupa ülkesindeki gibi (İspanya, İtalya) tepsiler kalkarken ortada bırakılmıyor kaldırıyorsunuz. İşte o zaman dedim ki evet artık ” Home Country”den uzaktayım.
Yemek bitti, biz de sabahlayacağımız yeri seçtik ve oturduk koltuklara…

Erasmusçu arkadaşım Ahsen ile beraber oturduk ve başladık beklemeye. Bekle bekle.. Bekle bekle.. Patlıyor canım insan sıkılıyor. O zaman da laptopu açıp film izledik. Bir sudokuyu iki kalemle oynadık (Uçakta 4 saat sıkılıyor insan o sırada da sudoku oynamıştık) Sos oynadık. Ve artık son raddeye gelince Türkçe şarkı söylemeye başladık ne de olsa kimse anlamıyordu.

Hava alanındaki fiyatlar çok pahalı değildi. Yani İngiltere’nin şehir içindeki fiyatları ile aynıydı. İlerleyen saatlerde Costa Cafe’den bir macchiato içtim ve etrafı dolanmaya başladım.

Oturduğumuz bankın arkasında Marks and Spencer var ve M&S yemek satıyordu. Yarım kızarmış tavuk, meyve, ıvır, zıvır…

Ayrıca sular pahalı bilginize. 50 ml’lik su 0.80£ civarında. Ama genelde çeşmelerden su içilebiliyor.

Saat gece 12:00’ye gelip geçmeye yaklaştığında bekleme salonundaki herkes bizim pozisyonumuzu almıştı. Nasıl mı? Ayaklar kaldırılıp küçük boy bavulun üstüne koyulmuş, havada koca koca botlu ayaklarımız duruyordu.

Fotoğraflama imkanı bulamadım ama bu sırada psikolojideki sürü psikolojisine çok güzel bir örnek gördüm. Ayak uzatmayı ben ve Ahsen (yanımdaki cesur erasmusçu arkadaşım) başlattık. 1 saat sonra bizim bloktaki tüm bekleyenler aynı konumda ayaklarını uzatmışlardı. Diğer bloklara bakıldığında ise oturma pozisyonu standarttı.

Sabah olduğunda artık vakit geçirmek için İngilterenin gündemini takip etmeye başladık. Sabah da uçağımıza bindik ve Aberdeen’imize indik.

Bundan sonra İskoçya’dan haberlerle yine burada olacağım.

Nokia'nın hikayesi

Nokia piyasa çıktığı ilk zamanlarda yani cep telefonu üretimi ile pek alakadar sayılmazdı. Nerelerden geçti geldi ve tahtına oturdu sizlerle paylaşayım istedim. Yukarıda görmüş olduğunuz logolar Nokia’ya ait. Her sektörde farklı bir logo kullanmıştır.

İşte Nokia’nun hayat hikayesi:


1865 Fredrik Idestam ile Nokianvirta nehri yakınında kağıt fabrikası olarak başladı. Yukarıdaki fotoğrafta fabrikayı göreceksiniz. 1967’ye kadar böyle devam etti. Sanayide büyük bir güç haline geldikten sonra bir kablo üreticisi firma ve bir kauçuk üreticisi firme ile birleşerek Nokia şirketi kurulmuş oldu.

Yani 1865 Finalndiya’da kağıt fabirkası, 1898 Fin kökenli kauçuk işletmesi, 1912 Fin kökenli kablo üreticisi olmuştur. Elektronik sektörüne geçisi ise 1960’ta başlamış ve devam etmiştir.

1960: Elektronikle ilgili dala geçiş gerçekleşti.
1962: İlk iç mekan elektrik aparatları üretimi gerçekleşti. Kaynağıma göre nükleer elektrik santralinde akım vuruşu (pulse) analiz cihazı’ydı bu.
1979: Mobira Oy, ismi ile bilinen radyo telefon şirketi ile Salora (Finli televizyon üreticisi) ile Nokia’nın ortak olması sonucunda kurulur.
1981: İskandinav cep telefonu ile ilk uluslararası ağ kurulur.
1984: Nokia Mobira Talkman isminde ilk taşınabilir telefonu üretir.
1987: Mobira Cityman, ilk elle tutulabilen NMT(Nordic Mobile Telephone yani İskandinav cep telefonu) piyasaya sürülür.
1991: Nokia dünyanın ilk GSM aramasını gerçekleştirir.

1992: Nokia’nın telekomunikasyon işine odaklanmaya karar verdiği yıldır. Bu yıl Nokia için çok önemli stratejik kararların verildiği bir yıl olmuştur. Ayrıca Nokia 1011 bu yılda üretilmiştir.
1994: Nokia’nın şu tipik melodisi varya, işte ilk Nokia 2100 ile başlamış.
1997: Nokia 6110 ile Snake (Yılan) oyunu ile tanıştık.
1999: WAP’lı ilk telefon üretilir Nokia 7110

Hala elimde bu telefondan var isteyen olursa fiyatta anlaşabiliriz. Hani kapağı kızaklı çok karizmatik. Orta tuş da tekerlek mantığında dönüyor.

2002: İlk 3G’li telefon 6650 bu yılda piyasaya sunulmuş. Bize 3G’nin gelişi 2009 sonu. Farka bakar mısınız 7 sene geriden geliyoruz.

Ve işte 2003’te N-Gage ile çok oyunculu oyunlar oynamaya başladık 2005 yılında da N serisi piyasaya sunuldu.

2008’e geldiğimizde ise Nokia dünyada 5. en değerli marka konumundadır.

Neden bu kadar ucuz?

Sevgili not defteri,

Hep merak ederdim. Bilmemne marka çiçek yağına neden bu derece şok bir indirim uyguluyorlar? Neden bu karar ucuz? Bu işletme neden her ay kimi ürünlerde şok indirimler yapıyor?

Cevabı basit. İşletmeye bu indirimdeki ürünleri almaya gelen müşteri el boş dönmüyor. İndirimde olmayan ondan bundan şundan da alıyor. Bu sayede insan trafiği artıyor, uzun vadede ekonomi canlanıyor 😛


Kimi yerlerde bu tür şok indirimler alış fiyatı=satış fiyatı şeklinde oluyor. Örnek vereyim Metro Gross Market 🙂 Metro’nun hedef kitleri toptan alım yapanlardır fakat bu tür şok indirimlerde mağazaların toplu satış yapması yasaklanıyor. Bu sayede perakende alım yapanları markete çekmeye çalışıyorlar. Bireysel ihtiyaçlar doğrultusunda alışverişe gelenler 1 adet indirimli ürün alıyorsa sepetin kalanı başka şeylerde doluyor. Bu sayede müşteri ve mağaza arasındaki ilişki tazelenmiş oluyor…

Reklam aynası

Sizlerle çok yeni olmayan ama yeni yeni yaygınlaşan bir reklam aracından bahsedeceğim. Ayna… Orta ve yüksek sınıfa hitap eden kimi mekanlarda kullanıldığına şahit olanlar olmuştur. Ben kendimden bahsedeyim. Mid point isimli mekanda yemeklerimizi yedikten sonra lavaboya girdim. Elimi yıkamak için aynaya yaklaştığımda sensör sayesinde beni fark eden aynada bir görüntü belirdi. Işıklarla şöyle bir yazı çıktı. Farklıydı dikkatimi çekti. ‘Buraya reklam verebilirsiniz! Telefon . . . ‘
Daha önceden fethedilmemiş bir topraktı aynalar. Lavabo evyesinin içine kadar reklamcılar istila etmişleri ama ayna hakikaten aklıma gelmezdi. Lavabonun içi derken Cevahir AVM’deki lavabo evyesinin içinde dökülmüş bir saçı andıran siyah çizgi görüyorsunuz. Su atıyorsunuz fakat geçmiyor. O sırada Revivogen markası gözünüze çarpıyor, Lavaboya dökülen saçlardan bunaldınız mı? gibi bir tümce ile mesajını iletiveriyordu.

Lavabolar kadar farklı olmasa da, bence reklam aynası kesinlikle rabet görecek ve zamanla da alışacağımız hatta rahatsız olabileceğimiz bir reklam aracı olarak görüyorum.

Biraz araştırdım, Bena Medya Pazarlama bu kampanyaları yürütüyormuş. Ve Ocak 2009da başlamışlar. Ben MidPoint’te rastladım. Bunun dışında Mirror, Cafe De Paris, Sahan Restorantları, Bebek Kahvesi, belgo, Ghetto, Blackk, Al Jamal, It’s a Joke ve Salomanje’de de kullanılıyormuş.

Carte D’or ve Unilever bu yolla reklam vermeyi deneyen firmalar arasındaymış.

Sadece yakınlaştığınızda sensöz sizi fark ettiği için uzaklaştığınızda ayna yine ayna görünümüne kavuşuyor. Bu sayede turnike mantığı ile reklamın kaç kere gösterildiğini yani kaç kişiye ulaştığınızı rakamsal olarak elde etme imkanınız da var.

Derslerde, seminerlerde hep şunu duydum: ‘Reklamın satışla pozitif etkisi’ Doğrudur tabi ki de reklamın satışa pozitif etkisi vardır fakat bu etki hiçbir zaman ölçülemez. Belki o sırada rakip fiyatları artmış o yüzden sizin ürününüze talep artmıştır. Bunu tam olarak ölçemeyiz. Bu sayede en azından reklamın kaç kişiye ulaştığı konusunda bilgi sahibi olabiliriz.
(Not: Ben olayı incelemek için aynaya yaklaşa uzaklaşa elimle sensörün yerini keşfetmeye çalışırken 5 kere aktive etmişimdir, bir kişiyi tekrar tekrar sayma gibi bir hata da kaçınılmaz.)

Mesela bu Midpoint Beyoğlu erkekler tuvaletindeki ayna:

Burası da yine Midpoint… Uzaktan böyle:

Aynaya yaklaşınca da hop böyle:


Bence bunu çok zekice kullanmak lazım. Hazır daha yeni iken her gören inceleyecektir. Böylece reklamın amacı olan müşteriye ulaşma kısmında en verimli zamanlar bu zamanlardır.