Gezi Günlüğü 2

Paris

Parise giderken çok büyük beklentiler taşımıyordum. Ve galiba böyle yaparak doğru bir seçim yaptım. Paris umduğum kadar rüya bir şehir gibi gelmedi bana. Bir şehri sevmek için önce o kültürü sevmek anlayabilmek lazım. Daha sonra o kültürün insanlarını sevmek lazım diye düşünüyorum. Genelleme yapmak bana düşmez insanların büyük bir çoğunluğu İngilizce bilmiyor, biliyorsa da bana yardımcı olmak istemiyordu. Gezdiğim müzelerden ikisi olan Rodin Müzesi ve Louvre Müzesi’nde açıklamalar İngilizce değil sadece Fransızcaydı.

Tabloya bakıyorsunuz, anlamını bilmeden bakıyorsunuz. Kendi dilini korumak için aşırı çaba sarfetmi bence birap fazla içine kapanmış bir kültür Fransızlarınki. Metrosu deseniz tehlikeli. Arkadaşım cüzdanını çaldırdı. Polis bulmak 2 saatimizi aldı. Sonuç olarak birşey çıkmadı ama en azından suç duyurusunda bulunduk. Picasso 2012’ye kadar kapatılmıştı fakat bu bilgiye internet sitesinden ulaşamadığım için gidip geri dönmek zorunda kaldım. Dali’ye gitme şansını yakaladım çok şahaneydi hatta en çok sevdiğim şey Dali’ydi diyebilirm.

Moulin Rouge’da içilen bir şişe şarap ile günün yorgunluğunu atmak, bir dostla karşılıklı sohbet etmek Paris’e karşı olan negatif iyonlarımın dağılmasını sağladı.

Fakat Paris mi, tekrar mı? Yok teşekkür ederim kalsın. Belki başka bir şehir ama Paris değil. Ve kendime not, eğer tekrar gidersem 2-3 hafta bkursa gidip temel cümleleri öğrenmem gerekiyor. Samimi söylüyorum 3-5 cümle genel nezaket kuralları dahilinde söylenecek şeyleri biliyordum ve kullandım. Fransızca konuşmaya çalıştığınızı görünce bile yardımcı oluyorlar. Günaydın’ı Fransızca söyleyip kalanında ingilizce devam etseniz bile biraz daha gülümseyen suratlar ve yardımcı olmak isteyen insanlarla karşılaşırsınız.

Şimdi gelelim ulaşım kısmına: Paris’te en çok işinize yarayacak şey metro. Kullanması rahat. Metro’nun numaraları kesişimleri çok rahat yönünüzü bulmanızı sağlıyor. Haritaları da istasyondan ücretsiz olarak elde edebilirsiniz. Tek seferlik bilet 1,60 euro’ydu yıl 2009’da.

Christmas’ta öğlen ise Notre Dame’da olmak, o atmosferi yaşamak gibi güzel bir deneyim edinme şansım oldu. Daha sonra ise Eiffel kulesi’ne çıkıp etrafı gözlemledim.

Yukarıda güzel resimler çekmek istiyorsanız bir tripod bir de iyi bir makinanız olması lazım ve gece çekimi yapmanızı öneririm. Manzara muhteşem oluyor.

Amerika’daki özgürlük anıtının bir küçük kopyasını Paris’te Eiffel’e 15 dk yürüme mesafesinde bulunduğunu biliyor muydunuz? Eiffel’i de o özgürlük anıtını da Bay Eiffel yapmşı ve kendi adını vermiş.


Bunun dışında parklar çok güzel Paris’te. Gereksiz bir bilgi daha verip bu Paris sayfasın kapatmayı düşünüyorum. Metroda çıkış anlamına gelen Exit’in Fransızcadaki karşılığı Sortie.

Bir anda gece kulübüne gidiyormuşum gibi zannettim. Hoş komik afacan bir şey işte..


Londra

Londra’daki gezimi bir arkadaşımın eskortluğunda yaptım denebilir. Kendisinin özel ihtisas alanı yemek üstüne olduğu için. Daha doğrusu benim gibi damak tadına önem veren birisi olduğu için Londra’da yemek yenecek güzel yerleri tarihi yerlerden daha fazla gezdim diyebilirim.

Gezimi kış ayında yapmış olmama rağmen Londra’yı sevdim. Özellikle parklar hoşuma gitti. Geniş yeşillik, ağaçlar.. Kimileri yürüyüş yapıyor kimileri koşturuyor buz gibi havada şortla koşanları görünce insanın içi biraz garip oluyor ama durum böyle burada. Bunun yanısıra herkesin elinde bir köpek.. Gezdiriyorlar. Ve çocuğuyla beraber parka çıkıp tur atan anneler babalar.. Arkadaşımla konuşuyorduk parka. Her geldiğinde ya çocuk sahibi olma isteğinin ya da köpek sahibi olma isteğinin tavan yaptığını söyledi bana. Hak verdim kendsine. St James Garden, Hyde Park, Buckingham Palace Gardens hepsi mükemmel. En çok da Hyde Park hoşuma gitmişti.


Parklar haricinde Londra’da gezilecek genel turistik yerleri herkes biliyordur aslında. Madame Tussauds’a gitmeli, London Eye denilen şehri yukarıdan izleme fırsatını yakaladığınız tekerleğimsi alete binmeli.

25 pound civarında olduğunu düşünürsek Londra’yı gökten görmeseniz de bir kayıp olmaz Eiffel’e öğrenci olarak 9.9 euro verip buraya 25 pound vermek biraz rahatsız edici… Nede olsa Eiffel Paris’in simgesi ve dünyada en çok ziyaret edilen ikinci yapı. Tower Bridge’ı görmeli.. Bu arada kafalar karışmasın adında Londra geçse de büyük ve ihtişamlı olan köprü Tower Bridge’dır. London Bridge değildir. Hatta London Bridge’ın bir de hikayesi var. Amerikalılar Londra’da gördükleri bu köprüyü satın almak istiyorlar. 1,025,000 poundluk teklif veriyorlar. Köprü Amerikaya yollanıyor. Önce parçalara ayrılıyor puzzle gibi ve Atlantik üzerinden gemiyle yollanıyor. California olan son durağına ulaşıyor. Fakat daha sonar fark ediliyor ki Amerikalılar London Bridge’I Tower ile karıştırıp yanlış olanı almışlar. Yani öylesine bir köprü için fazladan ödemişler. Yıl da 1968 falan…

Şu anda Lake Hatsu City denilen yerde Phoenix ce Las Vegas’ı bağlayan köprüdür kendisi.

Biraz da tarihe bakalım. British Museum’a gitmeden olmaz. Biraz sıkıcı ama Türkiye ili ilgili kısımları görüp Türkiye’den alınan güzelim eserleri görmek ve bu farkındalık ile hayata devam etmek gerek.

Başka ne yapmalı? Themes Nehrinde ulaşım için kullanılan botlara binmeli etrafı görmeli ve Science Museum’a da gidilmeli derim… Greenwich’e gitmeden de olmaz. Malum olay meridyen oradan geçiyor. Bir bacak bir yanda öteki bacak öteki yanda bir resim çekip facebook’a konulmalı. İşte böyle güzel anılarla dolup taşmalı ve Londra’ya baharda gitmeli.. Hmv’den birkaç dvd almalı… Eve götürüp izlemeli.

Yapmış olduğum geziler şimdilik bu kadardı ve elimden geldiğince paylaştım. Bir sonraki gezimde kim bilir nereye giderim neleri paylaşırım sizlerle..

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

By submitting this form, you accept the Mollom privacy policy.